
Yaşadığın hayat için suçlu belli. Annen. Evet evet kesin katkısı var. Eve sarhoş geldin, babandan sakladı sopa yemeyesin diye. Yemekleri yapıp yapıp ağzına tıkıştırdı. Soğuk sudan sıcak suya sokmadın elini. Ya baban? Anneni aldattı. Ya da aldatmadı. Çok yumuşaktı. Azıcık sert olsaydı ne vardı? Yok yok tam bir hayvandı kemerinin tadı hâlâ kaba etinde. İçerdi. Hiç içmezdi. Ateistti. Beş vakit sopa zoruyla namaza durdururdu. Kaç yaşına geldin hâlâ kurtulamadın. Annenden. Babandan. Baskıdan. Bakmak zorunda olmaktan. Bakılmaktan. Çocuk musun sen? Değil misin?
İşinde de doğru dürüst bir yöneticin olmadı. Hepsi hıyar. İnsanlıktan nasibini almamış. Ya da adam gibi bir çalışanın olmadı. Şöyle senden birkaç tane olsa ne şahane olurdu ama… Oh! Leb demene bile gerek kalmazdı işler hallolurdu. Şu yalakalar... Şu YALAKALAR... Yine onlardan birisi terfi etti. Seni görmediler değil mi? Görmezler. Adiler. Niye göstermedin kardeşim kendini? Ha niye? Aciz misin? Oyunumuz kaçıncı perdesini açıyor, belki de hiç kapamadı. Oyun sizin seçtiğiniz mi yoksa Tanrı’nınki mi?
Gerçekten seçim yapabiliyor muyuz? Hayat ne istersen onu mu veriyor gerçekten? Veriyor emin olabilirsin. Ama seçim benimki mi? Yoksa Hayyam’ın dediği gibi dama tahtasındaki piyona yaptırılan
alışılmadık bir hamle mi sadece? Hiçliğin kuyusu mu sonumuz? Kayıkçı zırt pırt saatine mi bakıyor, geç kaldığımızı düşünerek.
Tanrı'nın Oyunu @
www.ozgurbaykut.com